Sakat feminist

-
Aa
+
a
a
a

Alper Tolga Akkuş Sakat Muhabbet'te, cam kemik hastalığı ile yaşayan sakat bir kadın hakları savunucusunu olan Elif Gamze Bozo’yu konuk ediyor.

""
Sakat feminist
 

Sakat feminist

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e, sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 15 Kasım 2023 Çarşamba. Bu hafta programı destekleyen Naz Eray Kurdoğlu’na teşekkür ederek başlamak istiyorum. Ama bir detay da var, geçen bölümde belirtmiştim; Sakat Muhabbet’in bu yayın döneminde günü ve saati değişti. Ben eski saat ve günümüzdeki destekçileri de anmayı istiyorum dinleyici hakkına uymak adına. Hülya Kirmanoğlu da destekçimiz olmuştu eski gün ve tarihte olsaydık, ona da teşekkürüm var. 10 Ekim tarihli programda feminizm ve sakatlık çalışan bir akademisyeni, Ekin Aydın’ı konuk almıştım. İki bölüm sonra bu sefer feminist bir sakatı ve aynı zamanda gazeteciyi, fotoğraf sanatçısını, ressamı konuk edeceğiz. Daha birçok başka titri de var ama onları da konuşuruz yeri geldiği zaman. Bu hafta konuğumuz Elif Gamze Bozo. Elif Hanım Açık Radyo’ya hoş geldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?

Elif Gamze Bozo: Çok teşekkür ediyorum, iyiyim. Sizler nasılsınız?

A.T.A.: Çok sağ olun Elif Hanım. Önce sizi tanıyarak başlayalım istiyorum programa. Çok kısa birkaç detay verdim ama tabi yetersiz onlar dinleyiciler için. Elif Gamze Bozo kimdir? Sakatlığınıza dair bilgi vererek özetleyelim isterseniz öyle başlayalım programa.

E.G.B.: Tabii ki. 1984 Ankara doğumluyum. Dünyaya cam kemik hastası olarak geldim. İlk ve orta okulu normal, herkes gibi örgün eğitim aldım. Daha sonra sağlık sorunlarımdan dolayı açık lise ve açık öğretim fakültesinden devam etmek zorunda kaldım. Biliyorsunuz ki Türkiye'de erişebilirlik konusu hala büyük bir problem iken hastalığımla beraber daha da zorlaşmıştı. Daha sonra üniversite yıllarımda halkla ilişkiler ve gazeteciliği okurken, bir televizyon ve gazete kuruluşunda muhabirlik hayatına başlayarak ben de iletişimle iç içe olmaya başladım. Hem İletişim Fakültesi okuyup hem de iletişim alanında çalışırken, bu süre zarfında fotoğraf hayatıma girdi. Çünkü gazetecilikte mecburen fotoğraf çekmek; haberi yapmak için video görüntüleri, kayıtları almak zorunda kalıyorsunuz. Habere gitmek zorundasınız, video kaydı almak zorundasınız ve belgesel haber montajlayarak başladım. Daha sonra haber sunmaya başladım ve sonra da televizyonlarda; Meclis haberlerine giderek, zaman zaman engelli hakları üzerine eylemlerde haberler yaptım. Üniversiteyi tamamlandıktan sonra Ankara Fotoğraf Sanatı Derneği’nde sevgili hocam Can Gazialem’den eğitim aldım. Çünkü fotoğrafçılık hayatımın bir parçası olmuştu yazıyla beraber. Dört kitabım bulunmakta; ilk kitabım İlle de Hayat. Ardından da Gitmek için Gelir Aşk, Kambur Güvercin ve KendimeEngel Olamıyorum: Senegal. Ve tabi… Çok özür diliyorum, beş kitabım var. Görsel olarak, hem şiir hem de resimli bir kitap hazırladık. İsterseniz sorulara sırayla gidelim çünkü ben anlatmaya başlayınca beni susturamayabilirsiniz.

A.T.A.: Estağrifullah. Yerimiz 20 dakika, 25 beş dakika ama bir daha konuk alırız sizi, hiç sıkıntı değil. Şimdi sizi ben tanıtırken programın başında ‘feminist bir sakat’ demiştim, oradan biraz açayım. Hakkınızda Femtrak haber sitesinde bir biyografi var bir sayfalık. Femtrak sitesinin de sloganı dikkatimi çekti benim. Orada şöyle yazıyordu, ‘Dünya dişidir, dişi dişlidir.’ Bu dikkatimi çekti. İki bölüm önce de feminizmi, sakatlığı sakat olmayan bir akademisyenle konuşmuştum. Şimdi sakat bir bireyle feminizm konuşalım. Engelli Kadın Derneği üyesi olduğunuzu da belirteyim ben tam yeri gelmişken. Feminizm ve sakatlık kesişiminde bize neler söyleyebilirsiniz Elif Hanım?

E.G.B.: Aslında kadın olmak ve engelli olmak. İki taraflı bir çoklu ayrımcılığa maruz bırakılıyoruz, öncelikle böyle bir başlayayım, ‘engelli kadın kimdir?’ tanımlamasını yapalım önce. Hem engelli olmaktan hem de kadın olmaktan ötürü çok yönlü bir ayrımcılığa maruz kalıyoruz. Dolayısıyla, kadın hareketinin, kadın mücadelesinin bir tarafı da feminizmden besleniyor yani dünyada algılanandan daha farklı bir mücadele çünkü engelli kadınlar bu alanda yeteri kadar kendilerini gösteremiyorlar, ifade edemiyorlar, daha doğrusu mücadelesini ifade edemiyorlar. Çünkü engelli kadınlar korunmaya muhtaç gibi gösteriliyor ki aslında ‘bu yargıların bir noktada da haklılık payları var mı?’ düşüncesini ortaya çıkarıyor. Ama şu bir gerçek ki, biz engelli kadınlar, çok fazla koruma altında tutulduğumuz için toplumda hayatımızı sürdürebilmek adına çok fazla görünür olmuyoruz; ne siyasette, ne akademik kariyerde, ne sanatta, ne de sporda çok fazla engelli kadına rastlamanız mümkün değil. Hatta şöyle anlatayım; ‘Geç saat hiç dışarıda engelli kadın gördünüz mü?’ diye sorabilirim. Engelli kadınları görmeniz çok fazla mümkün değil. Son zamanlarda ben çok fazla dışarı çıktım ve gözlemlediğimi aktarıyorum; engelli erkekler hep dışarıda ve engelli erkekler daha çok yardıma ulaşabiliyorlar, sorunlarını anlatmakta engelli erkekler daha fazla ön planda. Şöyle bir şey yapacağım; şimdi ben bilgisayardan bir yazımı da açıp bir de oradan sizlerle bir şeyler paylaşmak istiyorum.

A.T.A.: Elbette.

25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü

E.G.B.: 
Türkiye'de engelli kadınların şiddete maruz kalmasıyla ilgili bir çalışma yürütüyorum şimdi ve bu arada hazır yeri gelmişken ifade etmek isterim; engelli kadınlarla ilgili 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nde biz, 23 Kasım'da engelli kadınları anlatan ve engelli kadınların haklarına vurgu yaparak bir sergi açacağız. Bununla ilgili çalışmalarımı da aktarmak istiyorum, şöyle ki; biliyorsunuz ki Türkiye'de engelli bireylerin sayısını bilmiyoruz. Bu, başlı başına bir sorun aslında. Türkiye'de en son yapılan nüfus sayımı 2011’de yapılmış. Nüfus ve konut araştırması ile yani elde edilen istatistiki bilgiler Türkiye'nin %6,9’unun engelli olduğu biliniyor. Ama bunun ne kadarının engelli kadın olduğu bilinmiyor ve en önemli konulardan biri de, Türkiye'de eğitimde engelli kadınların sadece% 5’i üniversite eğitimini alıyor. Bu oran, engelli erkeklerde %9. Engelli kadınların %34’ü okuma-yazma biliyor. Bu oran, engelli erkeklerde ise daha fazla. Tam zamanlı istihdama katılımda da engelli kadınların %12,6’sı istihdama katılıyor. Bu oran, erkeklerde % 33. Şimdi, buradaki eşitsizliği vurguladığımız zaman engelli kadınlar daha çok mücadele etmesi gerektiği sonucu ortaya çıkıyor ve ailelerin de bu konuda yeteri kadar engelli kadınlara ve engelli kız çocuklarına önem vermediğini de anlıyoruz. 

Biliyorsunuz ki Türkiye'de şöyle bir durum da var; ataerkil sistemden kaynaklı, eril olmaktan kaynaklı bir çok ayrımcılık var. Yani hem engelli hem de kadın olduğu için bir eksiklik olarak görülüyor ve aile kesinlikle bu konuda bir mücadele göstermiyor. Evde kalması, evde tutulmasıyla şiddete de maruz kalıyor engelli kadınlar. Bir de engelli kadınlar şiddete maruz kaldıkları zaman, adalete erişimde de güçlük çekiyor. İşte konuşamıyorsa veya fiziksel olarak yetersizlik varsa, kendini ifade etmekte zorlanıyorsa kesinlikle uğradığı şiddeti başka mercilere ulaştıramıyor. Bu da bir sorun. İşte feminizmi tam olarak buraya yerleştirmek gerekiyor yani kadın mücadelesini tam bu noktada aslında yerleştirmek gerekiyor. Feminizm belki Türkiye'de çok hoşgörülü ya da iyi bir şey gibi gösterilmeyebilir ama kadın mücadelesinde feminizm hareketi yani feminist hareketi bu anlamda önemli. Kadın mücadelesine daha çok vurgu yapan, kadını daha çok ön plana çıkaran bir yapı. Aslında bir görüş ya da bir grup da diyebiliriz. 

Bir de şunu da ifade etmek istiyorum; toplumsal cinsiyete dayalı çok da güzel bir çalışma daha yürütüyoruz. Konuşma Zamanı ekibi, İstanbul Kadın Müzesi ile beraber yaptığımız çalışma var 2021’de. Bunun da şöyle bir güzelliği var; etnik kimlikleri olan her dilden kadını bir araya getirdik. Sözü ve sanatıyla da kenti donatmak diye bir çalışma yürüttük. Toplumsal Cinsiyet Merkezi ve İstanbul Kadın Müzesi ile beraber yapılan bir güzel çalışma oldu ve İstanbul'un birçok yerinde billboardlara asıldı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde. Burada da ressamlar, fotoğraf sanatçıları, -ama sadece kadınlar tabii- söz yazarları, şairler, edebiyatçılar bir araya geldik, bir slogan geliştirdik. Şimdi bu sloganı 23 Kasım'da Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'ne vurgu yapmak için, 25 Kasım'a vurgu yapmak için engelli kadınlara yönelik şiddeti anlatmak adına bir sergi açacağım. Ankara'da, Türkiye Barolar Birliği'nin çatısında yapılacak bu sergi. Serginin adı da ‘Saçlarımı savururum, Haklarımı savunurum’ olacak. Hem engelli kadınların hem de kadınların haklarını savunmak için böyle bir çalışma yürütmekteyiz.

A.T.A.: 25 Kasım'a da şurada bir 10 gün kaldı zaten, tam denk gelmiş sizin konukluğunuz. Bu arada bir müzik yayınlıyoruz her hafta biz dinleyicilerimize ve konuklarımızın seçmesini istiyoruz. Siz bir müzik seçtiniz mi, anons eder misiniz dinleyiciler için rica etsem?

E.G.B.Tabii hemen. Van Gogh’un eserlerini de yansıtan bir müzik vardı, klasik müzik, onu nasıl gösterebiliriz? Şimdi ben de bulamadım.

A.T.A.: Bana gönderdiniz zaten, ben okuyayım isterseniz, bende bilgisi var, bakabilirim. Virginio Aiello, On Piano yani, Virginio Aiello piyanoda çalıyor. Eserin ismi ise Van Gogh.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta cam kemik hastası, bir sakat hakları aktivistini, Elif Gamze Bozo’yu konuk ediyoruz. İlk bölümde feminist bir sakat olmayı, onun hikayesini konuştuk. Şimdi Elif Hanım, siz dediniz ki ben cam kemik hastasıyım. Cam kemik hastalığı hakkında bilgi verir misiniz? Nedir cam kemik hastalığı? Dünyada ve Türkiye'de cam kemik hastalarının yaşadıkları sorunlar nelerdir? Bu konu hakkında farkındalık ne düzeyde? Bu konuda bilgi almak istiyorum sizin için de uygunsa.



Cam Kemik Hastalığı

E.G.B.: Tabii ki. Cam kemik hastaları kemiklerin kolayca kırılabilmesi yani aslında tıbben ‘osteogenesis imperfecta’ Latincesi ama Türkçesi ‘cam kemik hastalığı’ olarak biliniyor. Kemiklerin kolayca kırılabilmesi, iç organların alt sınırda olması, göz beyazında mavilikler olması, diş bozuklukları, işitme kaybı gibi en belirgin özelliği. Sekiz tipi bulunmakta. Ben Tip 3’üm, ara formdayım yani ne ağır, ne hafif bir derecem var., Türkiye'de aslında cam kemik hastalığı olan hastalar, kendilerini öncelikle tam olarak bilmiyorlar yani bu hastalığın getirdiği komplikasyonları bilmiyorlar. Bunu suçlamak anlamında söylemiyorum çünkü Türkiye'de nadir hastalıklar bilinmediği için de cam kemik hastalığı da bilinmiyor. Ama doğuştan, direkt doğduğu andan itibaren tanı alan hastalar da var. Şunu da söyleyeyim; özellikle bazı cam kemik hastası arkadaşlarımız şunun farkında olmayabilirler. ‘Ben sonradan cam kemik hastası oldum’ dedikleri anda şunu söylüyorum, ‘Hayır. Cam kemik hastası zaten bu geni taşıyordun, sadece hastalığının evresi çok geç fark edildi.’ 

Cam kemik hastalığı sonradan olunmaz. Doğuştan bu hastalığı, bu geni zaten taşıyorsunuzdur. Cam kemik hastalığını Türkiye'de maalesef ki doktorlar dahi tam olarak nasıl bir tedavi yöntemi izleyeceği konusunda yeteri kadar bilgi ve yol izleyici değil. Bu konuda da Ankara'da belli üniversite hastaneleri bu alanda çalışıyor ama fizik tedavisi, ilaç tedavisi, yaşam kalitesini yükseltmek bu hastalığın en güzel tedavi yöntemi.

A.T.A.: Peki, dünyada var mı tedavisi? Daha iyi koşullarda mı dünyadaki ileri ülkeler?

E.G.B.: Türkiye'de biraz daha düşük seviyede, bayağı bir düşük seviyede tedaviye ulaşım. Biliyorsunuz, engelli bireyler sağlık haklarına ulaşmakta çok zorluk yaşıyorlar. Cam kemik hastaları da fizik tedavi alanında ve ilaç tedavisi kısmında, erişebilirlik konusunda ciddi anlamda zorluklar yaşıyor ve çok külfetli bir iş.

A.T.A.: Devletin bu konuda bir desteği var mı cam kemik hastalarına yani karşılanıyor mu tedavileri, fizik tedavisi olsun, ilacı olsun?

E.G.B: Tamamen karşılandığını söyleyemem. Yani zaten ilaç alırken, evet ilacını karşılıyor ama şöyle ki fizik tedavi kısmında biraz sıkıntı var. Hatta su terapisinin daha ne olduğunu bilmeyen doktorlar da var. Su terapisi bizim için çok önemli ama maalesef Türkiye'de bu tedavi yapılmıyor.

A.T.A.: Sosyal medyadan takip ediyorum ben sizi. Birkaç gün önce şöyle bir şey fark ettim, siz paylaşmışsınız; ‘Fiziksel görüntüm nedeniyle uğradığım ayrımcılığa karşı mücadelem devam ediyor,’ demişsiniz. Ne tür ayrımcılığa vuruyorsunuz, neler yaşadınız? Bu konu hakkındaki mücadele anlamında neler yaptınız bugüne kadar? 

"Engellisin ama çok güzelsin!"

E.G.B.: 
Tabi. Ben başta şu kadarını söyleyeyim. Ben kısa boyluyum, 90 santimetrelik bir boyum var. Görüntüm olarak bazen, ‘Çocuk musun, bebek misin?’, ‘Ay ne kadar tatlısın’ veya ‘Sevimlisin’ gibi bir yaklaşım var. Aslında bu, normalde çocuğa bile yapmamanız gereken bir şey. Yani izin almadan bir çocuğu nasıl sevmeyecekseniz engelli bireylere de aslında yaklaşırken, ‘bile’ demek bile istemiyorum yani. Çünkü çocuk da, engelli kadınlar da aslında eşit. Dünyadaki her şey, her canlı eşit. Bunun da vurgusunu yapmak isterim. Şimdi engelli kadın olduğum için kısa boyluyum, saçlarım sarı falan filan, neyse, ‘Çok sempatiksin, güzelsin,’, ‘Engellisin ama çok güzelsin.’ ‘Engellisin ama çok güzelsin’ cümlesi bile o kadar rahatsız edici ki. Yani görüntün kötü ama yüzün güzel gibi. ‘Aaa sevimlisin!’, yani bu kelimeler bir kadını her şekilde aşağılanıyor baktığınız zaman. Hep televizyonlarda da fark ederseniz; dizilerde de muhteşem bir görüntüsü olması lazım bir kadının. Televizyonculuk hayatım da oldu. ‘Ekrana yakışacak mı?’, ‘makyajı şöyle olsun’, ‘görüntüsü böyle olsun’, çok özür diliyorum, ‘burnu küçük olsun’, ‘yok tipi böyle olsun’, ‘kilolu olmasın, zayıf olsun’. Hep bir tek model, tek bir çerçeve çizilir kadınlar için. Aslında kadının varlığı, var etmesi, toplumda üreten, ürettiğini ortaya koyabilen, kendini ifade edebilen her insan çok değerli ve kıymetlidir. Bir kere burada mutabık olmamız lazım toplum olarak. Yani engelli olmak benim görüntümün küçük olması aslında onlarda vicdan rahatlatması. Yani beni severken ya da bana yaklaşırken vicdanlarını rahatlatmak için yapıyorlar. Kendilerindeki eksikliğiyle yüzleşemediği, toplumun kendisiyle yüzleşemediği engellilik algısını bu şekilde kapatmaya çalışıyorlar. Bu aslında çoklu ayrımcılığı getiren bir durum.

Ben üreten bir insanım her şeyden önemlisi. Kendimi ifade edebilen, ayakları üzerinde durabilen bu dünyada, bu ülkede üreterek, ürettiklerini sunabilen bir insanım. Onların anlayacağı şekilde anlatayım; ben bu ülkeye hizmet vermiş bir insanım. 14 sene bir çağrı merkezinde, özel bir şirkette çalıştım ve hizmet verdim. Yedi sene de gazetede çalıştım, hizmet verdim. Demek ki benim fiziksel görüntüm değil, benim yaptıklarım kıymetli olmalı bu ülke için. Çok sevdiğim bir arkadaşım var yurt dışında. Kendisini yıllar önce kaybettik. O da cam kemik hastası, gazeteci Stella Young. Şöyle bir cümle söylemişti bir konuşmasında; ‘Sizi özel kılan engeliniz değil, sizi özel kılan ürettikleriniz ve düşüncelerinizdir.’ ‘İlham pornosuna çevirmeyin engellileri’ diyerek de bir başlık atmıştı konuşmasında. Gerçekten de öyleydi. Türkiye'de maalesef hala bize yüklenen bir misyon var; ya mağdur olmamız gerekiyor, ya da ilham kaynağı olmamız gerekiyor. Aslında herkesin yaptığı işiyle ön planda olmalı, ya da yaptığı işten dolayı insanlar saygı duymalı, düşüncelerine saygı duymalı, insan olarak saygı duymalı, canlı olarak saygı duymalı. Bilmiyorum, daha fazla konuşmayayım isterseniz. Bu sohbet bayağı uzar.



"Kalbi Güzel"


A.T.A.: Çok ince bir yere dokundum galiba. Çok böyle çağlaya çağlaya konuşacağınız var, sesiniz öyle geliyor en azından. Ben erkek bir sakatım. Bana şu denir hep, ben de paylaşayım, ‘Kalbi güzel’. Çok komik bir şeydir o ‘kalbi güzel’ demek aslında; ‘Hiçbir yerinde bir numara yok da kalbi güzel’. Çünkü bazen de kelimenin kendisi güzel ama onun tonlamasında anlıyorsunuz ayrımcılık olduğunu, sizi ezik gördüğünü. O tonlama, o ifadede anlıyorsunuz zaten bunları.

Bir de Engelsiz Filmler Festivali’ne gidiyorsunuz siz her sene galiba. Ben fotoğrafını gördüm. Buradan da Ezgi Yalınalp’a, onun da kurucularından birisi, Puruli Kültür Sanat Vakfı’nın da içinde olan biri Ezgi Hanım, ona bir selam gönderelim, güzel bitirelim. Sakatlık konusu, acı bir konu, bizi yıpratan bir konu. Sakat olarak biz mutsuz değiliz. Yani hayattan bezmiş değiliz ama öyle görünüyoruz, bununla uğraşıyoruz. Sinemadır, tiyatrodur, sanattır, hayatın her keyif alanında varız, var olacağız zaten. Sizin de olduğunuzu biliyorum. Süremizin de sonu geldi ama sinemayla bitirelim. Engelsiz Filmler Festivali’nden ne önerirsiniz? Neleri izleyelim? Siz ne izlediniz ve son sözlerinizi de alayım aynı zamanda?

E.G.B.: Engelsiz Filmler Festivali'nin başladığı günden beri sıkı takipçisiyim ve aslında bir noktada gönüllü olarak da destek verdiğim noktalar da oldu. Döngüyü Kırmak, Mural etkinliği gibi yan etkinlikleri oldu Engelsiz Filmler Festivali’nin ve bu festival boyunca da bir danışmanlık gibi fikirlerimle de yanlarında oldum. Sevgili Ezgi Yalınalp can dostum. Ona da buradan çok sevgi ve selamlarımızı tekrar ben de göndermiş olayım. Kıvanç olsun, Emrah olsun, hepsinin emeklerine, yüreklerine sağlık. 

Yanlış hatırlamıyorsam, benim 2017’de en çok etkilendiğim filmlerden biri Mücadele [The Fight]. O, çok etkileyiciydi engelli hakları üzerineydi. Şimdi burada da ayrıca bir parantez açalım; Engelsiz Filmler Festivali deyince, engellilere yönelik filmler izlettiriliyormuş da sadece engelliler olmalıymış gibi bir önyargı var. Değil! Engelsiz Filmler Festivali, insan hakları üzerine her türlü filmi yayınlıyor. Sadece sesli betimleme, işaret dili yani erişebilir sinema aslında ve erişilebilir mekanlarda izletiliyor. Burada herkes engellilerle ilgili film çekildiğini sanıyor, bana da sordukları için burada bir karışıklık oluyor. Hep soruyorlar, ‘Ya biz engelliler için film yapacağız. Engelsiz Filmler Festivali'ne yollamak istiyoruz.’ Hayır! Film Festivali'nin amacı erişebilir sinema izleyebilmek, amaç bu şekilde çıktı. Ben de tabi Ezgi'nin adına çok konuşmak istemiyorum, yanlış bir şey de söylemek istemiyorum sonuç itibariyle.



A.T.A: Ezgi Hanım’ı da konuk alıp sadece festivali konuşalım ilerideki programlardan birinde diyelim. Son sözlerinizi de alayım o zaman ben sizin.

E.G.B.: Engelli Filmler Festivali gerçekten çok kıymetli, ekibe çok teşekkür ediyorum. Her sene de düşüncelerimize kıymet verip bizimle yol alıyorlar. Engelli Kadın Derneği’nin de fikirlerini ve düşüncelerini aldıkları için ayrıca teşekkür ediyorum. Çok güzel bir başlık atmışsınız bu arada Sakat Muhabbet olarak. Sakatlığı anlamayıp hakaret gibi algılayanlara da buradan güzel bir cevap olmuş aslında. Sakatlık kelimesi aslında bilimsel bir gerçekliktir, bilimsel gerçeklikten uzaklaşmadan güzel bir sohbet oldu. Çok teşekkür ediyorum.

A.T.A.: Bu bölüme de ‘Sakat Feminist’ desem sizin için uygun olur mu? Aklıma gelen bir başlık o, size sormuş olayım. Ben ‘sakat feminist’ desem nasıl hissedersiniz? Yani olur mu ,olmaz mı diye sorayım? 


E.G.B.: Neden olmasın? Zaten kadın haklarını savunuyorum, zaten sakatım. Benim için hiç bir sıkıntı yok. Bu tarz kelimelere çok takılmamak da lazım. Sadece neyi ne kadar algıladığımız ve nasıl hitap ettiğimiz ve nasıl yaklaşım ve iletişim kurduğumuza bağlı. Ben bu iletişim için de ayrıca teşekkür ediyorum. Emeğinize sağlık Alper Bey.

A.T.A.: Rica ederim. Tanışmış olduk Elif Hanım. Bundan sonra da öneri, eleştiri, konuk da alırız sizi daha sonra. Her zaman Sakat Muhabbet ve Açık Radyo açık size ve tüm sakatlara da açık aslında. Çok sağolun.

Bu hafta Sakat Muhabbet’te Elif Gamze Bozo’yu, sakat bir feministi, fotoğraf sanatçısını, ressamı, hukuk öğrencisini -oralara giremedik çünkü yerimiz kalmadı-, sinema seyircisini, muhabiri konuk ettik ve her şeyi konuştuk aslında. Bu hafta Naz Erayda Kurdoğlu destekçimizdi. Sakat Muhabbet’e [email protected]’dan, Twitter, Facebook ve Instagram'dan ulaşabilirsiniz. Bir dahaki programda görüşmek üzere hoşça kalın diyorum.